Kuran-ı Kerim / ŞUARA
"ŞUARA suresi" için, toplam 227 ayet arasından 1 - 227 arası ayetler

Bismillâhirrahmânirrahîm

26 / ŞUARA - 1

Tâ, sin, mim.
Tâ, Sin, Mim.

26 / ŞUARA - 2

Tilke âyâtul kitâbil mubîn(mubîni).
Bunlar, Kitab-ı Mübin'in âyetleri'dir.

26 / ŞUARA - 3

Lealleke bâhıun nefseke ellâ yekûnû mu’minîn(mu’minîne).
Onlar mü'min olmuyorlar diye, neredeyse kendini helâk edeceksin.

26 / ŞUARA - 4

İn neşe’ nunezzil aleyhim mines semâi âyeten fe zallet a’nâkuhum lehâ hâdıîn(hâdıîne).
Eğer dileseydik gökten onlara âyet indirirdik. Böylece onların boyunlarını gölgelerdi de (hükmü altına alırdı da) ona itaat ederlerdi.

26 / ŞUARA - 5

Ve mâ ye’tîhim min zikrin miner rahmâni muhdesin illâ kânû anhu mu’ridîn(mu’ridîne).
Ve Rahmân'dan hiçbir yeni zikir (emir) gelmez ki, ondan yüz çevirmiş olmasınlar.

26 / ŞUARA - 6

Fe kad kezzebû fe seye’tîhim enbâu mâ kânû bihî yestehziûn(yestehziûne).
Böylece onlar yalanladılar. Fakat alay etmiş oldukları şeyin haberleri onlara yakında gelecek.

26 / ŞUARA - 7

E ve lem yerev ilel ardı kem enbetnâ fîhâ min kulli zevcin kerîm(kerîmin).
Onlar yeryüzünü görmediler mi? Orada çeşit çeşit çiftlerin hepsinden, nicelerini (nice bitkiler) yetiştirdik.

26 / ŞUARA - 8

İnne fî zâlike le âyeh(âyeten), ve mâ kâne ekseruhum mu’minîn(mu’minîne).
Muhakkak ki bunda elbette âyet vardır. Ve (fakat) onların çoğu mü'min olmadılar.

26 / ŞUARA - 9

Ve inne rabbeke le huvel azîzur rahîm(rahîme).
Ve muhakkak ki senin Rabbin, elbette Azîz'dir (yüce), Rahîm'dir (Rahîm esmasıyla tecelli eden).

26 / ŞUARA - 10

Ve iz nâdâ rabbuke mûsâ eni’til kavmez zâlimîn(zâlimîne).
Ve Rabbin, Musa (A.S)'a zalimler kavmine gitmesi (için) nida etmişti.

26 / ŞUARA - 11

Kavme fir’avn(fir’avne), e lâ yettekûn(yettekûne).
Firavun kavmi (hâlâ) takva sahibi olmuyorlar mı?

26 / ŞUARA - 12

Kâle rabbi innî ehâfu en yukezzibûn(yukezzibûni).
(Musa A.S): “Rabbim, muhakkak ki ben, beni tekzip etmelerinden (yalanlamalarından) korkuyorum.” dedi.

26 / ŞUARA - 13

Ve yadîku sadrî ve lâ yentaliku lisânî fe ersil ilâ hârûn(hârûne).
Ve göğsüm daralıyor ve dilim dönmüyor. Bunun için Harun'a gönder.

26 / ŞUARA - 14

Ve lehum aleyye zenbun fe ehâfu en yaktulûn(yaktulûni).
Ve onlara göre ben, günahkârım. Bu yüzden beni öldürmelerinden korkuyorum.

26 / ŞUARA - 15

Kâle kellâ, fezhebâ bi âyâtinâ innâ meakum mustemiûn(mustemiûne).
(Allahû Tealâ): “Hayır, haydi âyetlerimizle (ikiniz birden) gidin! Muhakkak ki Biz, sizinle beraber işitenleriz.” dedi.

26 / ŞUARA - 16

Fe’tiyâ fir’avne fe kûlâ innâ resûlu rabbil âlemîn(âlemîne).
Haydi, firavuna (ikiniz) gidin ve böylece ona: “Muhakkak ki biz, âlemlerin Rabbinin resûlleriyiz.” deyin.

26 / ŞUARA - 17

En ersil meanâ benî isrâîl(isrâîle).
Benî İsrail'i (İsrailoğulları'nı) bizimle beraber gönder!

26 / ŞUARA - 18

Kâle e lem nurabbike fînâ velîden ve lebiste fînâ min umurike sinîn(sinîne).
“Seni biz çocukken, içimizde himaye edip yetiştirmedik mi? Ve ömrünün birçok yılında içimizde kalmadın mı?” dedi.

26 / ŞUARA - 19

Ve fealte fa’letekelletî fealte ve ente minel kâfirîn(kâfirîne).
Ve sen, yapacağın işi yaptın (cinayet işledin). Ve sen, kâfirlerdensin.

26 / ŞUARA - 20

Kâle fealtuhâ izen ve ene mined dâllîn(dâllîne).
Musa (A.S): “Onu yaptığım zaman ben, dalâlette olanlardandım.” dedi.

26 / ŞUARA - 21

Fe ferartu minkum lemmâ hıftukum fe vehebe lî rabbî hukmen ve cealenî minel murselîn(murselîne).
O zaman sizden korktuğumdan dolayı kaçtım. Fakat Rabbim, bana hikmet bağışladı. Ve beni, mürselinlerden (gönderilen elçilerden) kıldı.

26 / ŞUARA - 22

Ve tilke ni’metun temunnuhâ aleyye en abbedte benî isrâîl(isrâîle).
Ve bu bana lütufta bulunduğun ni'met, Benî İsrail'i (İsrailoğulları'nı) senin köle yapmandır.

26 / ŞUARA - 23

Kâle fir’avnu ve mâ rabbul âlemîn(âlemîne).
(Firavun): “Âlemlerin Rabbi nedir (ne demektir)?” dedi.

26 / ŞUARA - 24

Kâle rabbus semâvâti vel ardı ve mâ beynehumâ, in kuntum mûkınîn(mûkınîne).
(Musa A.S): “Eğer yakîn (hasıl ederek) inananlarsanız; (O), göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin Rabbidir.” dedi.

26 / ŞUARA - 25

Kâle li men havlehû e lâ testemiûn(testemiûne).
(Firavun) etrafındakilere: “İşitmiyor musunuz?” dedi.

26 / ŞUARA - 26

Kâle rabbukum ve rabbu âbâikumul evvelîn(evvelîne).
(Musa A.S): “Sizin ve sizden evvelki atalarınızın da Rabbidir.” dedi.

26 / ŞUARA - 27

Kâle inne resûlekumullezî ursile ileykum le mecnûn(mecnûnun).
(Firavun): “Muhakkak ki size gönderilmiş olan resûlünüz mutlaka mecnundur (delidir).” dedi.

26 / ŞUARA - 28

Kâle rabbul meşrıkı vel magribi ve mâ beynehumâ, in kuntum ta’kılûn(ta’kılûne).
(Musa A.S): “Eğer akletmiş olsanız, şarkın ve garbın (doğunun ve batının) ve ikisi arasındakilerin de Rabbidir.” dedi.

26 / ŞUARA - 29

Kâle leinittehazte ilâhen gayrî le ec’alenneke minel mescûnîn(mescûnîne).
(Firavun): “Eğer gerçekten benden başka bir ilâh edinirsen, seni mutlaka zindana atılanlardan kılarım.”

26 / ŞUARA - 30

Kâle e ve lev ci’tuke bi şey’in mubîn(mubînin).
(Musa A.S): “Sana apaçık bir şey getirsem de mi?” dedi.

26 / ŞUARA - 31

Kâle fe’ti bihî in kunte mines sâdikîn(sâdikîne).
(Firavun): “Öyleyse sen, sadıklardan (doğru söyleyenlerden) isen, onu getir.” dedi.

26 / ŞUARA - 32

Fe elkâ asâhu fe izâ hiye su’bânun mubîn(mubînun).
Bunun üzerine Musa (A.S) asasını attı. O zaman o, apaçık (gerçek) bir yılan oldu.

26 / ŞUARA - 33

Ve nezea yedehu fe izâ hiye beydâu lin nâzırîn(nâzırîne).
Ve elini çıkardı. İşte o zaman onu seyredenler için o, bembeyaz (nurlu) oldu.

26 / ŞUARA - 34

Kâle lil melei havlehû inne hâzâ le sâhırun alîm(alîmun).
(Firavun), etrafındaki ileri gelenlere: “Muhakkak ki bu, gerçekten bilgin bir sihirbazdır.” dedi.

26 / ŞUARA - 35

Yurîdu en yuhricekum min ardıkum bi sıhrihî fe mâzâ te’murûn(te’murûne).
Sizi sihri ile yurdunuzdan çıkarmak istiyor. Bu taktirde ne emredersiniz?

26 / ŞUARA - 36

Kâlû ercih ve ehâhu veb’as fîl medâini hâşirîn(hâşirîne).
“Onu ve kardeşini beklet. Ve şehirlere toplayıcılar gönder!” dediler.

26 / ŞUARA - 37

Ye’tûke bi kulli sehhârin alîm(alîmin).
Bilgin (alîm) sihirbazların hepsini sana getirsinler.

26 / ŞUARA - 38

Fe cumias seharatu li mîkâti yevmin ma’lûm(ma’lûmin).
Böylece sihirbazlar, bilinen bir günün belli bir vaktinde biraraya getirildiler.

26 / ŞUARA - 39

Ve kîle lin nâsi hel entum muctemiûn(muctemiûne).
Ve insanlara: “Siz toplandınız mı?” denildi.

26 / ŞUARA - 40

Leallenâ nettebius seharate in kânû humul gâlibîn(gâlibîne).
Eğer onlar gâlip gelirlerse o zaman biz, sihirbazlara tâbî oluruz.

26 / ŞUARA - 41

Fe lemmâ câes seharatu kâlû li fir’avne e inne lenâ le ecran in kunnâ nahnul gâlibîn(gâlibîne).
Sihirbazlar, firavuna geldikleri zaman: “Eğer biz gâlip gelirsek, gerçekten bize mutlaka bir ecir (mükâfat) var mı?” dediler.

26 / ŞUARA - 42

Kâle neam ve innekum izen le minel mukarrabîn(mukarrabîne).
(Firavun): “Evet, muhakkak ki siz o zaman, (bana) yakınlardan olacaksınız.” dedi.

26 / ŞUARA - 43

Kâle lehum mûsâ elkû mâ entum mulkûn(mulkûne).
(Musa (A.S) onlara): “Atacağınız şeyi atın.” dedi.

26 / ŞUARA - 44

Fe elkav hıbâlehum ve ısıyyehum ve kâlû bi izzeti fir’avne innâ le nahnul gâlibûn(gâlibûne).
Böylece iplerini ve asalarını attılar. Ve “Firavunun izzeti için muhakkak ki gâlip gelenler elbette bizleriz.” dediler.

26 / ŞUARA - 45

Fe elkâ mûsâ asâhu fe izâ hiye telkafu mâ ye’fikûn(ye’fikûne).
Sonra Musa (A.S) asasını attı. İşte o zaman, o (Musa (A.S)'ın asası) onların uydurdukları şeyleri yutuyordu.

26 / ŞUARA - 46

Fe ulkıyes seharatu sâcidîn(sâcidîne).
Sihirbazlar hemen secde ederek yere kapandılar.

26 / ŞUARA - 47

Kâlû âmennâ bi rabbil âlemîn(âlemîne).
“Âlemlerin Rabbine îmân ettik.” dediler.

26 / ŞUARA - 48

Rabbi mûsâ ve hârûn(hârûne).
Musa (A.S) ve Harun (A.S)'ın Rabbine (îmân ettik).

26 / ŞUARA - 49

Kâle âmentum lehu kable en âzene lekum, innehu le kebîrukumullezî allemekumus sıhr(sıhra), fe le sevfe ta’lemûn(ta’lemûne), le ukattıanne eydiyekum ve erculekum min hılâfin ve le usallibennekum ecmaîn(ecmaîne).
(Firavun): “Benim size izin vermemden evvel, siz O'na îmân ettiniz. Muhakkak ki O, size sihri öğreten büyüğünüz (ustanız). Artık yakında elbette bileceksiniz. Ellerinizi ve ayaklarınızı mutlaka çaprazlama kestireceğim. Ve sizin hepinizi mutlaka astıracağım.” dedi.

26 / ŞUARA - 50

Kâlû lâ dayra innâ ilâ rabbinâ munkalibûn(munkalibûne).
“Önemli değil. Muhakkak ki biz, Rabbimize dönücüleriz (dönecek olanlarız).” dediler.

26 / ŞUARA - 51

İnnâ natmeu en yagfira lenâ rabbunâ hatâyânâ en kunnâ evvelel mu’minîn(mu’minîne).
Muhakkak ki biz, mü'minlerin ilki olduk diye Rabbimizin, hatalarımızı mağfiret etmesini umuyoruz (istiyoruz).

26 / ŞUARA - 52

Ve evhaynâ ilâ mûsâ en esri bi ıbâdî innekum muttebeûn(muttebeûne).
Ve Musa (A.S)'a “Kullarım ile gece yola çık. Muhakkak ki siz, takip edilecek olanlarsınız.” diye vahyettik.

26 / ŞUARA - 53

Fe ersele fir’avnu fîl medâini hâşirîn(hâşirîne).
Bunun üzerine firavun, şehirlere toplayıcılar gönderdi.

26 / ŞUARA - 54

İnne hâulâi le şirzimetun kalîlûn(kalîlûne).
Ve muhakkak ki bunlar, gerçekten (sayıları) az olan küçük bir grup.

26 / ŞUARA - 55

Ve innehum lenâ le gâizûn(gâizûne).
Ve muhakkak ki onlar, gerçekten bizi çok öfkelendiren (bize karşı çok öfke duyan) (bir toplum).

26 / ŞUARA - 56

Ve innâ le cemîun hâzirûn(hâzirûne).
Ve muhakkak ki biz, gerçekten sakınılan (korkulan) bir topluluğuz.

26 / ŞUARA - 57

Fe ahracnâhum min cennâtin ve uyûn(uyûnin).
Böylece Biz, onları (firavun ve kavmini) bahçelerden ve pınarlardan çıkardık.

26 / ŞUARA - 58

Ve kunûzin ve makâmin kerîm(kerîmin).
Ve hazinelerden ve kerim (ikram edilmiş, yüksek) makamlardan (çıkardık).

26 / ŞUARA - 59

Kezâlik(kezâlike), ve evresnâhâ benî isrâîl(isrâîle).
İşte böylece onlara (onların ülkesine), İsrailoğulları'nı varis kıldık.

26 / ŞUARA - 60

Fe etbeûhum muşrikîn(muşrikîne).
Böylece doğuya doğru (Kızıldeniz'e doğru), onların peşine düştüler.

26 / ŞUARA - 61

Fe lemmâ terâel cem’âni kâle ashâbu musâ innâ le mudrakûn(mudrakûne).
İki topluluk birbirini gördüğü zaman, Musa (A.S)'ın ashabı, “Gerçekten bize yetiştiler.” dediler.

26 / ŞUARA - 62

Kâle kellâ, inne maiye rabbî seyehdîn(seyehdîni).
(Musa A.S): “Hayır, muhakkak ki Rabbim benimle beraber, O, beni hidayete (kurtuluşa) ulaştıracaktır.” dedi.

26 / ŞUARA - 63

Fe evhaynâ ilâ mûsâ enıdrib bi asâkel bahr(bahra), fenfeleka fe kâne kullu firkın ket tavdil azîm(azîmi).
O zaman Musa (A.S)'a: “Asanı denize vur.” diye vahyettik. Hemen deniz infilâk etti (patlayarak yarıldı ve ikiye ayrıldı). Böylece her parça büyük ve yüksek dağ gibi oldu.

26 / ŞUARA - 64

Ve ezlefnâ semmel âharîn(âharîne).
Ve diğerlerini (de) oraya yaklaştırdık.

26 / ŞUARA - 65

Ve enceynâ mûsâ ve men meahû ecmaîn(ecmaîne).
Ve Musa (A.S)'ı ve onunla beraber olanların hepsini kurtardık.

26 / ŞUARA - 66

Summe agraknel âharîn(âharîne).
Sonra diğerlerini (denizde) boğduk.

26 / ŞUARA - 67

İnne fî zâlike le âyeh(âyeten), ve mâ kâne ekseruhum mu’minîn(mu’minîne).
Muhakkak ki bunda gerçekten âyet (ibret) vardır. (Fakat) onların çoğu mü'min olmadılar.

26 / ŞUARA - 68

Ve inne rabbeke le huvel azîzur rahîm(rahîmu).
Ve muhakkak ki senin Rabbin, işte O, elbette Azîz'dir (yüce), Rahîm'dir (Rahîm esmasıyla tecelli eden).

26 / ŞUARA - 69

Vetlu aleyhim nebee ibrâhîm(ibrâhîme).
Ve onlara İbrâhîm (A.S)'ın haberini tilâvet et (oku)!

26 / ŞUARA - 70

İz kâle li ebîhi ve kavmihî mâ ta’budûn(ta’budûne).
Babasına ve onun kavmine: “Taptığınız şey nedir?” demişti.

26 / ŞUARA - 71

Kâlû na’budu asnâmen fe nezallu lehâ âkifîn(âkifîne).
“Biz putlara tapıyoruz. Böylece onlara devamlı ibadet edeceğiz.” dediler.

26 / ŞUARA - 72

Kâle hel yesmeûnekum iz ted’ûn(ted’ûne).
(İbrâhîm A.S): “Dua ettiğiniz zaman sizi işitiyorlar mı?” dedi.

26 / ŞUARA - 73

Ev yenfeûnekum ev yedurrûn(yedurrûne).
Yoksa size fayda veya zarar veriyorlar mı?

26 / ŞUARA - 74

Kâlû bel vecednâ âbâenâ kezâlike yef’alûn(yef’alûne).
“Hayır, babalarımızı böyle yapıyor (ibadet ediyor) bulduk.” dediler.

26 / ŞUARA - 75

Kâle e fe raeytum mâ kuntum ta’budûn(ta’budûne).
(İbrâhîm A.S): “Öyleyse taptığınız şeylerin ne olduğunu gördünüz mü?” dedi.

26 / ŞUARA - 76

Entum ve âbâukumul akdemûn(akdemûne).
Siz ve sizin, geçmişteki babalarınızın (taptığı şeyleri).

26 / ŞUARA - 77

Fe innehum aduvvun lî illâ rabbel âlemîn(âlemîne).
Muhakkak ki onlar, benim için düşmandır ama âlemlerin Rabbi hariç.

26 / ŞUARA - 78

Ellezî halakanî fe huve yehdîn(yehdîni).
Beni yaratan da hidayete erdiren de O'dur.

26 / ŞUARA - 79

Vellezî huve yut’ımunî ve yeskîn(yeskîni).
Ve beni yediren ve içiren, O'dur.

26 / ŞUARA - 80

Ve izâ maridtu fe huve yeşfîn(yeşfîni).
Ve hastalandığım zaman bana şifa veren, O'dur.

26 / ŞUARA - 81

Vellezî yumîtunî summe yuhyîn(yuhyîni).
Ve beni öldürecek, sonra (da) beni diriltecek olan, O'dur.

26 / ŞUARA - 82

Vellezî atmeu en yagfira lî hatîetî yevmed dîn(dîni).
Ve dîn günü, benim hatalarımı mağfiret etmesini umduğum da O'dur.

26 / ŞUARA - 83

Rabbi heb lî hukmen ve elhıknî bis sâlihîn(sâlihîne).
Rabbim bana hikmet bağışla ve beni salihlere dahil et.

26 / ŞUARA - 84

Vec’al lî lisâne sıdkın fîl âhırîn(âhırîne).
Ve beni, sonrakilerin lisanlarında sadık kıl (sonraki nesiller arasında benim anılmamı sağla).

26 / ŞUARA - 85

Vec’alnî min veraseti cennetin naîm(naîmi).
Ve beni, ni'metlendirilmiş cennetlerinin varislerinden kıl.

26 / ŞUARA - 86

Vagfir li ebî innehu kâne mined dâllîn(dâllîne).
Ve babamı mağfiret et, muhakkak ki o dalâlette kalanlardan oldu.

26 / ŞUARA - 87

Ve lâ tuhzinî yevme yûb’asûn(yûb’asûne).
Ve beas günü (yeniden dirilme günü, kıyâmet günü) beni mahzun etme.

26 / ŞUARA - 88

Yevme lâ yenfau mâlun ve lâ benûn(benûne).
Çocukların ve malın fayda vermediği gün (beni utandırma).

26 / ŞUARA - 89

İllâ men etâllâhe bi kalbin selîm(selîmin).
Allah'a selîm (selâmete ermiş) kalple gelenler hariç.

26 / ŞUARA - 90

Ve uzlifetil cennetu lil muttekîn(muttekîne).
Ve cennet, takva sahiplerine yaklaştırıldı.

26 / ŞUARA - 91

Ve burrizetil cahîmu lil gâvîn(gâvîne).
Ve cehennem azgınlara (azgınlar için) bariz olarak gösterildi.

26 / ŞUARA - 92

Ve kîle lehum eyne mâ kuntum ta’budûn(ta’budûne).
Ve onlara: “Tapmakta olduğunuz şeyler nerede?” denildi.

26 / ŞUARA - 93

Min dûnillâh(dûnillâhi), hel yensurûnekum ev yentesırûn(yentesırûne).
Allah'tan başka (ilâhlarınız) size yardım ediyorlar mı (edebiliyorlar mı) veya kendilerine yardım edebiliyorlar mı?

26 / ŞUARA - 94

Fe kubkıbû fîhâ hum vel gâvun(gâvune).
Onlar (putperestler) ve azgınlar, oraya (cehenneme) yüzüstü (burunları yere sürtünerek) atılırlar.

26 / ŞUARA - 95

Ve cunûdu iblîse ecmeûn(ecmeûne).
Ve iblisin ordularının hepsi.

26 / ŞUARA - 96

Kâlû ve hum fîhâ yahtesımûn(yahtesımûne).
Onlar (taptıkları şeyler ve onlara tapanlar) orada hasım olarak (düşmanca çekişerek) dediler ki…

26 / ŞUARA - 97

Tallâhi in kunnâ le fî dalâlin mubîn(mubînin).
Allah'a yemin olsun ki, biz mutlaka apaçık bir dalâlet içindeydik.

26 / ŞUARA - 98

İz nusevvîkum bi rabbil âlemîn(âlemîne).
Âlemlerin Rabbi ile sizi (putları) bir tutuyorduk.

26 / ŞUARA - 99

Ve mâ edallenâ illel mucrimûn(mucrimûne).
Ve bizi mücrimlerden (hidayete mani olanlardan) başkası dalâlette bırakmadı.

26 / ŞUARA - 100

Fe mâ lenâ min şâfiîn(şâfiîne).
Artık bizim için bir şefaatçi yoktur.

26 / ŞUARA - 101

Ve lâ sadîkın hamîm(hamîmin).
Ve (bizim için) sadık bir dost yoktur.

26 / ŞUARA - 102

Fe lev enne lenâ kerraten fe nekûne minel mu’minîn(mu’minîne).
Bizim için keşke bir kere daha (dünyaya dönüş) olsaydı, o zaman biz mü'minlerden olurduk.

26 / ŞUARA - 103

İnne fî zâlike le âyeh(âyeten), ve mâ kâne ekseruhum mu’minîn(mu’minîne).
Muhakkak ki bunda elbette bir âyet (ibret) vardır. Fakat onların çoğu (buna rağmen) mü'min olmadılar.

26 / ŞUARA - 104

Ve inne rabbeke le huvel azîzur rahîm(rahîmu).
Ve muhakkak ki senin Rabbin, O, Azîz'dir (yüce), Rahîm'dir (Rahîm esmasıyla tecelli eden).

26 / ŞUARA - 105

Kezzebet kavmu nûhınil murselîn(murselîne).
Nuh'un kavmi, mürselinleri (resûlleri) tekzip ettiler (yalanladılar).

26 / ŞUARA - 106

İz kâle lehum ehûhum nûhun e lâ tettekûn(tettekûne).
Onların kardeşi Nuh (A.S) onlara: “Takva sahibi olmuyor musunuz?” demişti.

26 / ŞUARA - 107

İnnî lekum resûlun emîn(emînun).
Muhakkak ki ben, sizin için emin bir resûlüm.

26 / ŞUARA - 108

Fettekûllâhe ve etîûn(etîûni).
Öyleyse Allah'a karşı takva sahibi olun (Allah'a ulaşmayı dileyin). Ve bana itaat edin.

26 / ŞUARA - 109

Ve mâ es’elukum aleyhi min ecr(ecrin), in ecriye illâ alâ rabbil âlemîn(âlemîne).
Ve ona (tebliğe) karşı sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim sadece âlemlerin Rabbine aittir.

26 / ŞUARA - 110

Fettekûllâhe ve etîûn(etîûni).
Öyleyse Allah'a karşı takva sahibi olun (Allah'a ulaşmayı dileyin). Ve bana itaat edin.

26 / ŞUARA - 111

Kâlû e nu’minu leke vettebeakel erzelûn(erzelûne).
“Sana en basit insanlar tâbî olduğuna göre, biz (de) mi sana inanalım?” dediler.

26 / ŞUARA - 112

Kâle ve mâ ilmî bimâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
“Onların yapmış oldukları şey hakkında benim ilmim (bilgim) yoktur.” dedi.

26 / ŞUARA - 113

İn hısâbuhum illâ alâ rabbî lev teş’urûn(teş’urûne).
Onların hesabı, sadece Rabbime aittir, keşke farkında olsanız.

26 / ŞUARA - 114

Ve mâ ene bi târidil mu’minîn(mu’minîne).
Ve ben mü'minleri tardedici (kovacak) değilim.

26 / ŞUARA - 115

İn ene illâ nezîrun mubîn(mubînun).
Ben sadece apaçık bir nezirim (uyarıcıyım).

26 / ŞUARA - 116

Kâlû le in lem tentehi yâ nûhule tekûnenne minel mercûmîn(mercûmîne).
Dediler ki: “Ey Nuh! Eğer sen, gerçekten (bizi uyarmaktan) vazgeçmezsen, sen mutlaka taşlananlardan olacaksın.”

26 / ŞUARA - 117

Kâle rabbi inne kavmî kezzebûn(kezzebûni).
Nuh (A.S): “Rabbim, muhakkak ki kavmim beni tekzip etti (yalanladı).” dedi.

26 / ŞUARA - 118

Feftah beynî ve beynehum fethan ve neccinî ve men maiye minel mu’minîn(mu’minîne).
Bu durumda benimle onların arasını öyle bir açışla aç ki (ve böylece) beni ve mü'minlerden benimle beraber olanları kurtar.

26 / ŞUARA - 119

Fe enceynâhu ve men meahu fîl fulkil meşhûn(meşhûni).
Böylece onu ve onunla beraber olanları, dolu bir gemi içinde kurtardık.

26 / ŞUARA - 120

Summe agraknâ ba’dul bâkîn(bâkîne).
Sonra Biz, (onların) arkasında kalanları (gemiye binmeyenleri) boğduk.

26 / ŞUARA - 121

İnne fî zâlike le âyeh(âyeten), ve mâ kâne ekseruhum mu’minîn(mu’minîne).
Muhakkak ki bunda mutlaka bir âyet (ibret) vardır. Ve onların çoğu mü'min olmadılar (Allah'a ulaşmayı dilemediler).

26 / ŞUARA - 122

Ve inne rabbeke le huvel azîzur rahîm(rahîmu).
Ve muhakkak ki senin Rabbin, elbette O, Azîz'dir (yüce), Rahîm'dir (Rahîm esmasıyla tecelli eden).

26 / ŞUARA - 123

Kezzebet âdunil murselîn(murselîne).
Ad kavmi, mürselini (gönderilen resûlleri) tekzip etti (yalanladı).

26 / ŞUARA - 124

İz kâle lehum ehûhum hûdun e lâ tettekûn(tettekûne).
Onların kardeşi Hud (A.S) onlara: “Siz takva sahibi olmayacak mısınız (Allah'a ulaşmayı dilemeyecek misiniz)?” demişti.

26 / ŞUARA - 125

İnnî lekum resûlun emîn(emînun).
Muhakkak ki ben, sizin için emin bir resûlüm.

26 / ŞUARA - 126

Fettekullâhe ve etîûn(etîûni).
Öyleyse Allah'a karşı takva sahibi olun (Allah'a ulaşmayı dileyin) ve bana itaat edin (bana tâbî olun).

26 / ŞUARA - 127

Ve mâ es’elukum aleyhi min ecr(ecrin), in ecriye illâ alâ rabbil âlemîn(âlemîne).
Ve ona (tebliğime) karşı sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim sadece âlemlerin Rabbine aittir.

26 / ŞUARA - 128

E tebnûne bi kulli rîın âyeten ta’besûn(ta’besûne).
Bütün yüksek tepelere, âyet (eserler) bina ederek abesle mi iştigal (boşuna mı uğraşıyorsunuz) ediyorsunuz?

26 / ŞUARA - 129

Ve tettehızûne mesânia leallekum tahludûn(tahludûne).
Ve (bu dünyada) ebedî kalacağınızı umarak, yapıtlar ediniyorsunuz.

26 / ŞUARA - 130

Ve izâ betaştum betaştum cebbârîn(cebbârîne).
Ve yakaladığınız zaman cebirle (zorbalıkla) yakaladınız (zulmettiniz).

26 / ŞUARA - 131

Fettekullâhe ve etîûn(etîûni).
Öyleyse Allah'a karşı takva sahibi olun (Allah'a ulaşmayı dileyin) ve bana itaat edin (bana tâbî olun).

26 / ŞUARA - 132

Vettekûllezî emeddekum bimâ ta’lemûn(ta’lemûne).
Ve bildiğiniz (sizlere öğrettiği) şeylerle size yardım eden (Allah'a) karşı takva sahibi olun (Allah'a ulaşmayı dileyin).

26 / ŞUARA - 133

Emeddekum bi en’âmin ve benîn(benîne).
Size hayvanlar ve oğullarla yardım etti.

26 / ŞUARA - 134

Ve cennâtin ve uyûn(uyûnin).
Ve bahçelerle ve pınarlarla…

26 / ŞUARA - 135

İnnî ehâfu aleykum azâbe yevmin azîm(azîmin).
Muhakkak ki ben, azîm günün (kıyâmet gününün) azabının sizin üzerinize olmasından korkarım.

26 / ŞUARA - 136

Kâlû sevâun aleynâ e vaazte em lem tekun minel vâızîn(vâızîne).
“Sen, bize vaazetsen de veya vaazedenlerden olmasan da bizim için eşittir.” dediler.

26 / ŞUARA - 137

İn hâzâ illâ hulukul evvelîn(evvelîne).
Bu ancak evvelkilerin hulûkundan (yaratmalarından, uydurmalarından) başka bir şey değildir.

26 / ŞUARA - 138

Ve mâ nahnu bi muazzebîn(muazzebîne).
Ve biz azaplandırılacak değiliz.

26 / ŞUARA - 139

Fe kezzebûhu fe ehleknâhum, inne fî zâlike le âyeh(âyeten), ve mâ kâne ekseruhum mu’minîn(mu’minîne).
Böylece onu tekzip ettiler (yalanladılar). Biz de bu sebeple onları helâk ettik. Muhakkak ki bunda mutlaka bir âyet (ibret) vardır. Ve onların çoğu, mü'min olmadılar (Allah'a ulaşmayı dilemediler).

26 / ŞUARA - 140

Ve inne rabbeke le huvel azîzur rahîm(rahîmu).
Ve muhakkak ki senin Rabbin, elbette O, Azîz'dir (yüce), Rahîm'dir (Rahîm esmasıyla tecelli eden).

26 / ŞUARA - 141

Kezzebet semûdul murselîn(murselîne).
Semud (kavmi) de mürselini (resûlleri) tekzip etti (yalanladı).

26 / ŞUARA - 142

İz kâle lehum ehûhum sâlihun e lâ tettekûn(tettekûne).
Onların kardeşi Salih (A.S) da onlara: “Siz takva sahibi olmayacak mısınız (Allah'a ulaşmayı dilemeyecek misiniz)?” demişti.

26 / ŞUARA - 143

İnnî lekum resûlun emîn(emînun).
Muhakkak ki ben, sizin için emin bir resûlüm.

26 / ŞUARA - 144

Fettekullâhe ve etîûn(etîûni).
Öyleyse Allah'a karşı takva sahibi olun (Allah'a ulaşmayı dileyin) ve bana itaat edin (bana tâbî olun).

26 / ŞUARA - 145

Ve mâ es’elukum aleyhi min ecr(ecrin), in ecriye illâ alâ rabbil âlemîn(âlemîne).
Ve ona (tebliğime) karşı sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim sadece âlemlerin Rabbine aittir.

26 / ŞUARA - 146

E tutrakûne fî mâ hâhunâ âminîn(âminîne).
Siz, burada bulunduğunuz yerde emin olarak bırakılacak mısınız?

26 / ŞUARA - 147

Fî cennâtin ve uyûn(uyûnin).
Bahçelerde ve pınarlarda…

26 / ŞUARA - 148

Ve zurûın ve nahlin tal’uhâ hedîm(hedîmun).
Ve ekinler, çiçekleri açılmış hurmalıklar…

26 / ŞUARA - 149

Ve tenhıtûne minel cibâli buyûten fârihîn(fârihîne).
Ve dağlardan maharetle evler oyuyorsunuz (yontuyorsunuz).

26 / ŞUARA - 150

Fettekullâhe ve etîûn(etîûni).
Öyleyse Allah'a karşı takva sahibi olun (Allah'a ulaşmayı dileyin) ve bana itaat edin (bana tâbî olun).

26 / ŞUARA - 151

Ve lâ tutîû emral musrifîn(musrifîne).
Ve müsriflerin (haddi aşanların) emrine itaat etmeyin.

26 / ŞUARA - 152

Ellezîne yufsidûne fîl ardı ve lâ yuslihûn(yuslihûne).
Onlar (müsrifler), yeryüzünde fesat çıkarırlar ve ıslâh etmezler.

26 / ŞUARA - 153

Kâlû innemâ ente minel musahharîn(musahharîne).
“Sen, sadece büyülenenlerdensin.” dediler.

26 / ŞUARA - 154

Mâ ente illâ beşerun mislunâ, fe’ti bi âyetin in kunte mines sâdikîn(sâdikîne).
Sen, bizim gibi bir insandan başka bir şey değilsin. Öyleyse eğer sen, sadıklardan isen bize bir âyet (mucize) getir.

26 / ŞUARA - 155

Kâle hâzihî nâkatun lehâ şirbun ve lekum şirbu yevmin ma’lûm(ma’lûmin).
(Salih A.S): “İşte bu dişi deve. Su içme hakkı onun. Bilinen (belirlenen) gün(ler)de de su içme hakkı sizin.” dedi.

26 / ŞUARA - 156

Ve lâ temessûhâ bi sûin fe ye’huzekum azâbu yevmin azîm(azîmin).
Ve ona kötülükle dokunmayın. (Dokunursanız) o zaman büyük günün azabı sizi alır (yakalar).

26 / ŞUARA - 157

Fe akarûhâ fe asbahû nâdimîn(nâdimîne).
Buna rağmen onu kestiler. Sonra da pişman oldular.

26 / ŞUARA - 158

Fe ehazehumul azâb(azâbu), inne fî zâlike le âyeh(âyeten), ve mâ kâne ekseruhum mu’minîn(mu’minîne).
Böylece onları azap aldı (yakaladı). Muhakkak ki bunda mutlaka bir âyet (ibret) vardır. Ve onların çoğu mü'min olmadılar (Allah'a ulaşmayı dilemediler).

26 / ŞUARA - 159

Ve inne rabbeke le huvel azîzur rahîm(rahîmu).
Ve muhakkak ki senin Rabbin, elbette O, Azîz'dir (yüce), Rahîm'dir (Rahîm esmasıyla tecelli eden).

26 / ŞUARA - 160

Kezzebet kavmu lûtınil murselîn(murselîne).
Lut (A.S)'ın kavmi (de) mürselini (resûlleri) tekzip etti (yalanladı).

26 / ŞUARA - 161

İz kâle lehum ehûhum lûtun e lâ tettekûn(tettekûne).
Onların kardeşi Lut (A.S) da onlara: “Siz takva sahibi olmayacak mısınız (Allah'a ulaşmayı dilemeyecek misiniz)?” demişti.

26 / ŞUARA - 162

İnnî lekum resûlun emîn(emînun).
Muhakkak ki ben, sizin için emin bir resûlüm.

26 / ŞUARA - 163

Fettekullâhe ve etîûn(etîûni).
Öyleyse Allah'a karşı takva sahibi olun (Allah'a ulaşmayı dileyin). Ve bana itaat edin (bana tâbî olun).

26 / ŞUARA - 164

Ve mâ es’elukum aleyhi min ecr(ecrin), in ecriye illâ alâ rabbil âlemîn(âlemîne).
Ve ona (tebliğime) karşı sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim sadece âlemlerin Rabbine aittir.

26 / ŞUARA - 165

E te’tûnez zukrâne minel âlemîn(âlemîne).
Siz âlemlerden (insanlardan) erkeklere mi gidiyorsunuz (yaklaşıyorsunuz)?

26 / ŞUARA - 166

Ve tezerûne mâ halaka lekum rabbukum min ezvâcikum, bel entum kavmun âdûn(âdûne).
Ve Rabbinizin sizin için yarattığı zevcelerinizi (eşleriniz olan kadınlarınızı) bırakıyorsunuz. Hayır, siz azgın (haddi aşan) bir kavimsiniz.

26 / ŞUARA - 167

Kâlû le in lem tentehi yâ lûtu le tekûnenne minel muhracîn(muhracîne).
“Ey Lut! Eğer gerçekten sen, (bizi uyarmaktan) vazgeçmezsen, sen mutlaka (yurdundan) ihraç edilenlerden (çıkarılanlardan, kovulanlardan) olacaksın.” dediler.

26 / ŞUARA - 168

Kâle innî li amelikum minel kâlîn(kâlîne).
“Muhakkak ki ben, sizin amellerinize şiddetle buğzedenlerdenim (kızanlardan, tiksinenlerdenim).” dedi.

26 / ŞUARA - 169

Rabbi neccinî ve ehlî mimmâ ya’melûn(ya’melûne).
Rabbim, beni ve ehlimi (ailemi ve bana tâbî olanları), onların yaptıklarından kurtar.

26 / ŞUARA - 170

Fe necceynâhu ve ehlehû ecmaîn(ecmaîne).
Bunun üzerine Biz de onu ve ehlini (ailesini ve ona tâbî olanları), hepsini kurtardık.

26 / ŞUARA - 171

İllâ acûzen fîl gâbirîn(gâbirîne).
Geride kalanların içinde bir ihtiyar kadın (Lut (A.S)'ın hanımı) hariç.

26 / ŞUARA - 172

Summe demmernel âharîn(âharîne).
Sonra diğerlerini dumura uğrattık (nesillerini sona erdirdik).

26 / ŞUARA - 173

Ve emtarnâ aleyhim matara(mataran), fe sâe matarul munzerîn(munzerîne).
Ve onların üzerine yağmur yağdırdık. İşte bu uyarılanların yağmuru, çok kötü idi.

26 / ŞUARA - 174

İnne fî zâlike le âyeh(âyeten), ve mâ kâne ekseruhum mu’minîn(mu’minîne).
Muhakkak ki bunda mutlaka bir âyet (ibret) vardır. Ve onların çoğu mü'min olmadılar (Allah'a ulaşmayı dilemediler).

26 / ŞUARA - 175

Ve inne rabbeke le huvel azîzur rahîm(rahîmu).
Ve muhakkak ki senin Rabbin, elbette O, Azîz'dir (yüce) Rahîm'dir (Rahîm esmasıyla tecelli eden).

26 / ŞUARA - 176

Kezzebe ashâbul eyketil murselîn(murselîne).
Eyke halkı (da) mürselini (resûlleri) tekzip etti (yalanladı).

26 / ŞUARA - 177

İz kâle lehum şuaybun e lâ tettekûn(tettekûne).
Şuayb (A.S) onlara: “Siz takva sahibi olmayacak mısınız (Allah'a ulaşmayı dilemeyecek misiniz)?” demişti.

26 / ŞUARA - 178

İnnî lekum resûlun emîn(emînun).
Muhakkak ki ben, sizin için emin bir resûlüm.

26 / ŞUARA - 179

Fettekullâhe ve etîûn(etîûni).
Öyleyse Allah'a karşı takva sahibi olun (Allah'a ulaşmayı dileyin). Ve bana itaat edin (bana tâbî olun).

26 / ŞUARA - 180

Ve mâ es’elukum aleyhi min ecr(ecrin), in ecriye illâ alâ rabbil âlemîn(âlemîne).
Ve ona (tebliğime) karşı sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim sadece âlemlerin Rabbine aittir.

26 / ŞUARA - 181

Evfûl keyle ve lâ tekûnû minel muhsirîn(muhsirîne).
Ölçüyü ifa edin (mizanınızı eksiye düşürmeyin). Ve muhsirinden (nefslerini hüsrana düşürenlerden, kaybettiği dereceler kazandığı derecelerden fazla olanlardan) olmayın.

26 / ŞUARA - 182

Vezinû bil kıstâsil mustekîm(mustekîmi).
İstikamet üzere olanların (Allah'a ulaşmayı dileyenlerin) kıstası (ölçüsü) ile (kaybettiğiniz derecelerden daha fazla derece kazanın) tartın.

26 / ŞUARA - 183

Ve lâ tebhasun nâse eşyâehum ve lâ ta’sev fîl ardı mufsidîn(mufsidîne).
İnsanların şeylerinden kısmayın (Allah'a ulaşmayı dilemelerine mani olarak, kazandıkları derecelerin, kaybettiği derecelerden az olmasına sebebiyet vermeyin). Ve (buna sebep olarak) yeryüzünde fesat çıkararak bozgunculuk yapmayın.

26 / ŞUARA - 184

Vettekûllezî halakakum vel cibilletel evvelîn(evvelîne).
Ve sizi ve evvelki toplumları yaratana karşı takva sahibi olun (Allah'a ulaşmayı dileyin).

26 / ŞUARA - 185

Kâlû innemâ ente minel musahharîn(musahharîne).
“Sen sadece büyülenmişlerdensin.” dediler.

26 / ŞUARA - 186

Ve mâ ente illâ beşerun mislunâ ve in nazunnuke le minel kâzibîn(kâzibîne).
Ve sen, bizim gibi bir insandan başka bir şey değilsin. Ve biz, seni mutlaka yalancılardan zannediyoruz.

26 / ŞUARA - 187

Fe eskıt aleynâ kisefen mines semâi in kunte mines sâdıkîn(sâdıkîne).
Öyleyse eğer sen, sadıklardan (doğru söyleyenlerden) isen üzerimize gökyüzünden bir parça düşür.

26 / ŞUARA - 188

Kâle rabbî a’lemu bi mâ ta’melûn(ta’melûne).
(Şuayb A.S): “Rabbim, sizin yaptıklarınızı çok iyi bilir.” dedi.

26 / ŞUARA - 189

Fe kezzebûhu fe ehazehum azâbu yevmiz zulleh(zulleti), innehu kâne azâbe yevmin azîm(azîmin).
Böylece onu tekzip ettiler (yalanladılar). Bunun üzerine, “gölge günün azabı” onları aldı (yakaladı). Muhakkak ki o, azîm günün (büyük bir günün) azabıydı.

26 / ŞUARA - 190

İnne fî zâlike le âyeh(âyeten), ve mâ kâne ekseruhum mu’minîn(mu’minîne).
Muhakkak ki bunda, mutlaka bir âyet (ibret) vardır. Ve onların çoğu, mü'min olmadılar (Allah'a ulaşmayı dilemediler).

26 / ŞUARA - 191

Ve inne rabbeke le huvel azîzur rahîm(rahîmu).
Ve muhakkak ki senin Rabbin, elbette O, Azîz'dir (yüce), Rahîm'dir (Rahîm esmasıyla tecelli eden).

26 / ŞUARA - 192

Ve innehu le tenzîlu rabbil âlemîn(âlemîne).
Ve muhakkak ki O (Kur'ân), gerçekten âlemlerin Rabbinden indirilmiştir.

26 / ŞUARA - 193

Nezele bihir rûhul emîn(emînu).
O'nu, Ruh'ûl Emin (Cebrail A.S) indirdi.

26 / ŞUARA - 194

Alâ kalbike li tekûne minel munzirîn(munzirîne).
Nezirlerden (uyaranlardan) olman için senin kalbine.

26 / ŞUARA - 195

Bi lisânin arabiyyin mubîn(mubînin).
Apaçık bir Arap lisanı ile.

26 / ŞUARA - 196

Ve innehu lefî zuburil evvelîn(evvelîne).
Ve muhakkak ki O, evvelkilerin (kitaplarının) sayfalarında mutlaka vardır.

26 / ŞUARA - 197

E ve lem yekun lehum âyeten en ya’lemehu ulemâu benî isrâîl(isrâîle).
Ve Benî İsrail'in ulemasının (âlimlerinin) O'nu bilmesi, onlar için bir delil olmadı mı?

26 / ŞUARA - 198

Ve lev nezzelnâhu alâ ba’dıl a’cemîn(a’cemîne).
Ve eğer Biz, O'nu bir kısım a'cemine (Arap olmayan bir gruba) indirseydik.

26 / ŞUARA - 199

Fe karaehu aleyhim mâ kânû bihî mu’minîn(mu’minîne).
Böylece onlara, O'nu okusaydı (gene de) O'na îmân etmezlerdi (mü'min olmazlar, Allah'a ulaşmayı dilemezlerdi).

26 / ŞUARA - 200

Kezâlike seleknâhu fî kulûbil mucrimîn(mucrimîne).
Biz O'nu, mücrimlerin kalplerine işte böyle soktuk (işledik).

26 / ŞUARA - 201

Lâ yu’minûne bihî hattâ yeravul azâbel elîm(elîme).
Onlar elîm azabı görmedikçe O'na îmân etmezler (mü'min olmazlar, Allah'a ulaşmayı dilemezlerdi).

26 / ŞUARA - 202

Fe ye’tîyehum bagteten ve hum lâ yeş’urûn(yeş’urûne).
Böylece o (azap), onlara ansızın gelir ve onlar farkında olmazlar.

26 / ŞUARA - 203

Fe yekûlû hel nahnu munzarûn(munzarûne).
“O zaman biz, bekletilenler (mühlet verilenler) olur muyuz?” dediler.

26 / ŞUARA - 204

E fe bi azâbinâ yesta’cilûn(yesta’cilûne).
Yoksa onlar azabımızı acele mi istiyorlar?

26 / ŞUARA - 205

E fe raeyte in metta’nâhum sinîn(sinîne).
İşte gördün mü? Onları senelerce metalandırsak bile.

26 / ŞUARA - 206

Summe câehum mâ kânû yûadûn(yûadûne).
Sonra vaadolundukları şey (azap) onlara geldi.

26 / ŞUARA - 207

Mâ agnâ anhum mâ kânû yumetteûn(yumetteûne).
Onların metalandırıldıkları şeyler, onlara fayda vermez (onları müstağni kılmaz).

26 / ŞUARA - 208

Ve mâ ehleknâ min karyetin illâ lehâ munzirûn(munzirûne).
Ve hiçbir kasabayı, nezirler olmadıkça (ona nezirler göndermedikçe) helâk etmedik.

26 / ŞUARA - 209

Zikrâ, ve mâ kunnâ zâlimîn(zâlimîne).
Hatırla ki Biz, zalimler (zulmedenler) olmadık.

26 / ŞUARA - 210

Ve mâ tenezzelet bihiş şeyâtîn(şeyâtînu).
Ve O'nu (Kur'ân'ı), şeytanlar indirmedi.

26 / ŞUARA - 211

Ve mâ yenbagî lehum ve mâ yestetîûn(yestetîûne).
Ve (bu), onlara yakışmaz (onların harcı değildir) ve onlar, (buna) muktedir olamazlar.

26 / ŞUARA - 212

İnnehum anis sem’i le ma’zûlûn(ma’zûlûne).
Muhakkak ki onlar, (vahyi) işitmekten kesin olarak azledilmiş (men edilmiş) olanlardır.

26 / ŞUARA - 213

Fe lâ ted’u meallahi ilâhen âhara fe tekûne minel muazzebîn(muazzebîne).
Öyleyse Allah ile beraber diğer bir ilâha dua etme. O taktirde azap edilenlerden olursun.

26 / ŞUARA - 214

Ve enzir aşîretekel akrebîn(akrebîne).
Ve en yakının olan aşiretini uyar.

26 / ŞUARA - 215

Vahfıd cenâhake li menittebeake minel mu’minîn(mu’minîne).
Ve mü'minlerden, sana tâbî olan kimselere kanatlarını ger.

26 / ŞUARA - 216

Fe in asavke fe kul innî berîun mimmâ ta’melûn(ta’melûne).
Eğer onlar, sana asi olurlarsa (isyan ederlerse), o zaman: “Muhakkak ki ben, sizin yaptıklarınızdan uzağım.” de.

26 / ŞUARA - 217

Ve tevekkel alel azîzir rahîm(rahîmi).
Ve Azîz (yüce) ve Rahîm olan (Rahîm esmasıyla tecelli eden) (Allah'a) tevekkül et (O'nu vekil et ve güven).

26 / ŞUARA - 218

Ellezî yerâke hîne tekûm(tekûmu).
O, sen kıyam ettiğin zaman seni görür.

26 / ŞUARA - 219

Ve tekallubeke fîs sâcidîn(sâcidîne).
Ve secde edenler arasında senin dönmeni (de görür).

26 / ŞUARA - 220

İnnehu huves semîul alîm(alîmu).
Muhakkak ki O; O, Sem'î'dir (en iyi işten) Alîm'dir (en iyi bilen).

26 / ŞUARA - 221

Hel unebbiukum alâ men tenezzeluş şeyâtîn(şeyâtînu).
Şeytanlar kimlere iner size haber vereyim mi?

26 / ŞUARA - 222

Tenezzelu alâ kulli effâkin esîm(esîmin).
(İftira eden) yalancı günahkârların hepsine inerler.

26 / ŞUARA - 223

Yulkûnes sem’a ve ekseruhum kâzibûn(kâzibûne).
Onlar, (şeytanlara) kulak verirler (dinlerler) ve onların çoğu yalancıdırlar.

26 / ŞUARA - 224

Veş şuarâu yettebiuhumul gâvun(gâvune).
Ve (Allah'a karşı olan) şairler; onlara (sadece) azgınlar tâbî olurlar.

26 / ŞUARA - 225

E lem tera ennehum fî kulli vâdin yehîmûn(yehîmûne).
Bütün vadilerde onların (hayal peşinde) koştuklarını görmedin mi?

26 / ŞUARA - 226

Ve ennehum yekûlûne mâ lâ yef’alûn(yef’alûne).
Ve muhakkak ki onlar yapmadıkları şeyleri söylerler.

26 / ŞUARA - 227

İllellezîne âmenû ve amilus sâlihâti ve zekerûllâhe kesîran ventesarû min ba’di mâ zulimû, ve se ya’lemullezîne zalemû eyye munkalebin yenkalibûn(yenkalibûne).
Âmenû olanlar (Allah'a ulaşmayı dileyenler) ve amilüssalihat (nefs tezkiyesi) yapanlar ve Allah'ı çok zikredenler ve kendine zulüm yapıldıktan sonra (Allah tarafından) yardım edilenler hariç zulmedenler, yakında hangi dönüş yerine (cehenneme) döneceklerini (ulaştırılacaklarını) bilecekler.